27 Mayıs 2014 Salı

MASALLARA İNANDIĞIM ZAMANLARA DÖNESİM VAR





Oyun oynamak istiyorum toprak sokakta. Topumu en uzağa fırlatmak ve koşmak deli gibi peşinden. Yüzükoyun düşmek, toprağa bulanmak istiyorum. Varsın kızsın annem, noolcek. :) Ve erik ağacına tırmanmak istiyorum. Hammış, çağlaymış kime ne? Doldurayım ceplerime. İnerken bacaklarımı çizdireyim. Kanasın... Ve kabuk bağlasın çabucak yaralarım. Unutayım hemen acısını. 

En büyük korkum babamdan sonra eve girmek olsun. Ama yenileyim oyunda yine, ebe ben olayım. Oyun uzasın geç kalayım eve. Kızsın babam "kocaman kız oldun, büyü artık. Oğlan çocuğu gibi gece yarılarına kadar sokaktasın." diye. Tutsun kulağımdan çeksin. Hissetmeyeyim acısını. Daha çok avuçlarım acısın, sıyrıldığı için biraz önce ağaçtan inerken.. Avuçlarımı yalarken, utanayım yalnızca birazcık. "Büyüdüm mü gerçekten..?" diye...  Bana hiç de öyle gelmesin ama. Daha yemekte bebeklerime takılsın gözlerim. Son lokmayı yutup alelacele koşayım yanlarına. Elbiseler dikeceğim bugün onlara. Gündüzden saklamıştım annemden kumaşları. Hele ortalık bi sakinlesin, el ayak bi çekilsin, herkes kendi işine dalsın, çıkarayım kumaşları.  Daha  yeni atmışken elimi makasa yine yakalanayım anneme. Nasıl da görüyor bilmem ki..? Arkasında gözü mü var ne..? 

Sonra... Hafta sonu olsun. Bir Hint filmi gelsin Fabrikalar Sineması'na. Annem tuttursun 'bu filmi görmek istiyorum' diye. O'nun dediği olsun bu kez. Gidemeyelim 'Ayşecik Şeytan Çekici' filmine. İdare edelim annemin hatırına Hint filmiyle. Dönüşte her zamanki gibi faytona binelim. Arnavut kaldırımlı taş sokaklarda gece yarısı atların nalları yeknesak sesler çıkarsın. Bize ninni gibi gelsin bu sesler ve  eve gidene kadar uyuyalım kardeşimle. "Hadi kızım uyan, bak geldik." desin Babam. "ıı ııhh... " gibi sesler çıkarayım ama uyanmayayım. Aslında uyanmış olayım da uyuyor numarası yapayım, Babamın kucağında girmek için eve.

 Dut ağacına dalsam yine komşu bahçede... Havva Teyze hala bekliyor mudur acaba, elinde çalı süpürgesi..? Kızar mı yine, " daha demin toplayıp vermedim mi?" diye.  Yoksa o da anlamış mıdır artık; çocuklar doymaz eline verilince. Kendisi çıkmak ister ağacına. 


 Kırsam saatin zembereğini, durdursam zamanı o anda. Hiç yaşlanmamış olsam, hiç büyümemiş, çocuk olsam hatta... O kasabada, o sokakta, tam da o yaşta, seyyar dondurmacı kuyruğunda.

Dur yapma hayat! yorma, incitme!  ölümlerle, zulümle... Dönerim çocukluğuma, saklanırım ceviz ağacının ardına, bulamazsın beni bir daha. 

Ve annemin "bir varmış bir yokmuş. Kaf dağının ardında ..." diye başlayan masallarıyla uykuya dalar, rüyalarımda masallarda gezer, uyandığımda masallara inanmaya devam ederim... 


N Y Tartaç


26 Mayıs 2014 Pazartesi

OYSA, ÇOK BASİT BİRŞEY İSTEMİŞTİK...




Ne istemiştik ki, 
bu kadar zor... 

Güneşe dokunmak, 
rüzgarı yakalamak 

Hiç olmazsa uçup
 kuşlarla yarışmak

Gerçekleşsin diye dileklerimiz
 gökkuşağının altından geçmekti istediğimiz...

Bu dileğimiz de mi zordu, 
 kabul olmadı 


    nurten y tartaç
     

11 Mayıs 2014 Pazar

DÜNYANIN EN MUTLU ANNESİ ...




Gözünüzde kederli bir gölge görsem

ırmaklarca, derelerce coşar, çağlar gözyaşlarım.

Siz bilmezsiniz

 üzüldüğünüzde bir yumruk tıkar boğazımı,

 yutkunamam

boğulurum ben.

Hele bir damla yaş varsa göz pınarlarınızda,

bir de süzülüverirse sessizce yanaklarınızdan aşağıya

güneş bile kavrulur, yakar kendini o anda...

 Ay ve yıldızlar söner, kararır dünyam

volkanlar patlar tam kalbimin üstünde...

Siz gülünce;

gül açar gönlümde.

Dalım yeşerir, tomurcuklanırım 

bahar gelir yeniden.

Kuşlar uçururum umuda doğru siz mutluyken.

Capcanlıysa hayalleriniz içinizde

 dimdikse omuzlarınız hayata karşı


yılmamış, yorulmamış, pes etmemişseniz zorluklarda

ve sırt sırta, omuz omuzaysanız her şartta

İşte o zaman

Ahh! işte o zaman ...

 DÜNYANIN EN MUTLU ANNESİYİM BEN


ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN




7 Mayıs 2014 Çarşamba

ANNELİK İŞTE





Annelik; yanındaki yavrusuna sarılırken, uzaktaki yavrusunun

hasretiyle yanmak ve birinin kokusuyla diğerinin özlemini 

gidermeye çalışmaktır. Ve bir yavrusunun üzüntüsüyle

hıçkırıklara boğulurken, ötekinin mutluluğuyla 

kahkahalar atmayı becerebilen tek yaratıktır anne. Öyle ki; 

ne birine üzüntüsünü, ne diğerine sevincini belli eder. Ya 

kırılırlarsa diye. (iki çocuklu bir anne varsayıyorum. Üç- dört- 

beş çocuklu bir anneyi düşünemiyorum bile. Çünkü bir anne 

çocuklarının sayısınca parçaya böler kalbini. Her bir parça 

başka çocuğu için atar. )

***

Anne; "25-30 yaşına gelmiş çocuğuna; "noolurr bi lokmacık 

daha alsan... Çok az yiyosunn ..." Ya da hava 30-32 derece

 sıcakken; "Acaba hırka da mı alsaydın yanına..." diyendir.

***

Bir anne çocuğunun telefonda 'alo' derken ki ses tonundan, 

ya da sadece gözlerine bakarak; o günü nasıl geçirdi, mutlu

mu -mutsuz mu canını sıkan birşey mi oldu, sınavı nasıl

geçti, aç mı, susuz mu, uykusuz mu ..? 

hepsini bir çırpıda anlayıverir :)) ( Bazen abartabilir ama

hoş görmek gerek. Anadır ne yapsa yeridir :))

***
Karşılıksız tek sevgidir bir annenin yavrusuna duyduğu sevgi. 

Ve etiketinin karakterinin şöyle üstün, böyle düzgün olması

 sevgisinin derecesini değiştirmez. Dünyanın en güzel ve 

eşsiz çocuğu kendisinin çocuğudur.. Boşa mı demişler;

' kuzguna yavrusu şahin görünür ' diye. :)

***

İncecik narin parmaklarıyla yavrusunu okşayan anne elleri,

ona uzanan bir el gördüğünde, yırtıcı bir aslan 

pençesine dönüşüverir. Ki; neler yapabileceğini tahmin bile 

edemezsiniz.

***
Ve; 

Annelik; son nefesten önceki o son dönemeçte bile, güçlükle

gözlerini aralayıp, " Söz ver! üzülmeyeceksin..." demektir ...

***


Nurten Y Tartaç

4 Mayıs 2014 Pazar

ANNEM ...



Sen o dönüşsüz kapıdan geçip gittiğinden beri,

hiç azalmadı bende sızın...


Küllenirdi belki kor ateş yanan yerim...

Ama

 hızla hareket eden şu gri bulutun çizdiği gülen surat bile sana benzerken,

karşı yoldan geçip giden yabancı bile senden bir iz taşırken 

ve duyduğum her hüzünlü ezgideki o ince, titrek ses, senin sesinken

 zaman ilaç olmadı...

Gökyüzündeki en parlak yıldız, 

en karanlık gecede ansızın bir buluttan çıkıveren ay da sendin. 

Ve yokken de yönümü yolumu gösterdin.

Güz güllerinin kızıl rengi,

rüzgarın taşıdığı fesleğen kokusu

hatta; 

başımın üstünde uçan güvercinden kopup avucuma düşen 

beyaz tüy bile seni hatırlatıyorken Annem

ve her seferinde burnumun direğini sızlatan kederli gözlerinle tezat,

 içimde bin çiçek açtıran o gülüşünle rüyalarımdayken,

 tüm güzel, tüm acı anılar taptaze,

sen böylesine her yerde ve her şeydeyken

 Ahh! ne mümkün..? 

Ne, zaman ilaç olur kalp sızıma

ne de o kor ateş küllenir bende

ANNEM


nurten y tartaç

1 Mayıs 2014 Perşembe

KİME KALMIŞ Kİ BU DÜNYA..?

Hayat hiçbir konuda, hiç kimseye vaadlerde bulunmaz. Kimse dünyaya gelirken pazarlığa giremez yaşamı, yaşamdan beklentileri, istekleri konusunda. Hayat ne sunarsa onu yaşar ve günü geldiğinde de yine itirazsız, çaresiz çeker gider bu dünyadan. Derler ya; Sultan Süleyman'a bile kalmamış bu dünya... 


Gerçi biz hep beklentiler içindeyizdir. Ahh! şunum da olsa, bunum da olsa, boyum şöyle, kaşım böyle olsa diye. Biliriz, bilmez miyiz? İstemekle olmayan şeyler vardır. Çok şey vardır hatta şu dünyada istemekle elde edemeyeceğimiz... Uğraşıp didinerek elde ettiğimiz şeyler yok mudur? Vardır elbette ve yaşam çizgimizi şu ya da bu biçimde değiştirmeyi de başarabilmişizdir çoğu kez. Ama bize sunulanları kullanmakla sınırlıdır bu değişimler bile. IQ muz ortalamadan yüksekse ve elimize geçen fırsatları iyi yönde değerlendirmeyi bilmişsek bilim adamı olabiliriz mesela. Ya da ideal bir fiziksel görünüşe sahipsek manken olabiliriz. Yeteneğimiz varsa eğer sanatçı olabiliriz ve eğer elimizdeki tüm olanakları yerinde ve zamanında değerlendirmeyi başarmışsak dünya çapında değer bulmuş, saygın bir sanatçı olabiliriz. Ama benim gibi kargaları kıskandıracak bir sese sahipseniz ve müziğe karşı yeteneğiniz sıfırsa, bu konuda kendinizi eğitmeye, geliştirmeye çalışmanın bir anlamı olmaz. Boşa kürek çekmiş olursunuz ancak. En çok ne kadar değiştirebiliriz ki hayatımızı..? Canımızı dişimize taksak ve kader de şöyle bi parçacık itekleyiverse arkamızdan, olsa olsa Hürrem olabiliriz... :) 


Hürrem olmak az şey mi..? Değil tabii. Kadın bir devre damgasını vurmuş. Parmağında oynatmış koca Osmanlıyı ve Cihan Padişahını. Hatta dünyaya nam salmış. Sözünün üstüne söz söylemek kimsenin haddi değilmiş. Ee ne olmuş kök salabilmiş mi şu dünyaya..? 


Ben her şeyi abartırım. Bir dönem kitap okumayı abartırım. Öyle ki, sabahlara kadar ve gözlerim oyulana kadar okurum, okurum. Sıra sıra kitapları dizerim gözümün önüne ve hepsi bitmeden nefes almam adeta. Bazen gezip tozmayı abartırım. Günlerce önceden gezi plan ve programları yaparım. Bazen de inzivaya çekilirim. Ne dışarı çıkmak ister canım ne gezip tozmak ne kitap okumak ne başka birşey. Bütün gün tembellik yapmak ister canım. Ama şimdi hakkımı da yemeyeyim. Evimi, eşimi, çocuklarımı hiç ihmal etmem. Valla :))) İşte son zamanlarda dizi  ve film izlemeyi oldukça abarttım. Asla tv izlemem yalnızca belgesel izlerim diyenlerden değilim. Gerçi şu abuk sabuk sabah programlarını, yemekmiş, kaynanaymış gelinmiş, evlendirmeymiş gibi programları gerçekten asla izlemiyorum. Çünkü sinirlerim zıplıyor... Ama Tarihe merakımın da etkisiyle Muhteşem Süleyman izlediğim diziler arasında. 


Bu bölümde öldürdük Hürrem'i... Renkli hayatı ile efsaneleşmiş, entrikaları, zekası, cesareti, ihtiraslarıyla ün salmış bir Sultan Hürrem Sultan. Kanuni Sultan Süleyman'la aşkları dillere destan. Gerçi bu konuda değişik kaynaklarda değişik bilgiler var. Kimi tarihçiler Hürrem'in saraya İbrahim Paşa tarafından getirildiğini ve ikisi arasında büyük bir aşk olduğunu ama İbrahim Paşa'nın, padişahın gözünde yerini iyice sağlamlaştırmak amacıyla  kendisini böylesine büyük bir aşkla seven bu kadını, elleriyle padişaha sunduğunu ve Hürrem'in (  Alexandra Anastasia La Rossa ) bu nedenle İbrahim'e sonu gelmez bir öfke ve kin beslediğini yazar. Aynı zamanda İbrahim'le Sultan Süleyman arasında öyle su sızdırmaz bir dostluk vardır ki; bunu da ölesiye kıskanmaktadır Hürrem.  Yani Hürrem Sultan Süleyman'a aşkla bağlı olmaktan ziyade bulunduğu konumu çok iyi değerlendirmiş de olabilir. Gerçeği, bir kadının kalbinde gerçekten kimin olduğunu kim bilebilir ki..? 


Devlet işlerinde etkin rol oynayarak Osmanlı İmparatorluğu’nda "Kadınlar saltanatı" denilen bir devri başlattığı kabul edilen ve sonuçta da tarihin tozlu sayfaları arasında kendine eşsiz bir yer edinen Hürrem bile 52 yıl yaşayabilmiş ancak. 


Diziyi izleyince düşündüm de; yaşadığımız şu kısacık süre içinde kinle, nefretle hayatı kendimize ve etrafımıza zindan etmek yerine, hırslarımızdan arınıp, ne kadar mümkünse o kadar güzel ve sevgi dolu bir dünya yaratabilseydik... Ne de olsa sonunda hepimizin gideceği yer aynı değil mi..? Hürrem'e ve Sultan Süleyman'a bile torpil yapmayan ecel, bize bir ayrıcalık tanıyacak değil herhalde o kaçınılmaz son geldiğinde ...