16 Ekim 2011 Pazar

BİR NEFES MUTLULUK ( 6 )

Pembe pancurlu değildi evleri.  Pembe boyalıydı gerçi.  Yer yer boyaları dökülmüş rengi solmuş, duvarlarında yol yol çatlaklar oluşmuş, damı akan, menteşeleri pas tutmuş pencerelerinden birinin camı kırık ve gazete kağıdıyla kapatılmış olsada, sevgiyle çarpan iki yüreği barındırıyordu pekala. Başkaca hayali yoktu ki zaten genç kadının.  Seviyordu imam nikahlı kocasını. O'nunda kendisini aynı aşkla sevdiğini sanıyordu, başkasına aşık olduğunu söyleyip, çaresizliğini umursamadan çekip gidene kadar...

Karnındaki bebekle gözleri yaşlı,  parasız ve büyük bir hayalkırıklığı ile ablasının kapısını çaldığında henüz onaltı yaşındaydı kadın.

Birgün,  haber bile vermeden  ipsiz sapsız bir gencin peşine düşüp giden kız kardeşine çok kızgındı ablası. Şimdi de karnında bebesiyle karşısına dikilmişti.  Olacak iş değildi.  Hadi kendisi kabul etti diyelim,  kocasına bunu nasıl kabul ettirebilirdi.  Üç kuruşluk geliriyle dört boğaz doyuruyordu adamcağız, o da yarı aç yarı tok.  İki boğaza daha bakamazdı.  Kardeşi o çocukla kaçtığından beri konu komşunun dedikoduları çalınıyordu kulağına bir de.  Yerin dibine giriyordu utancından.  Yanlarında kalması mümkün değildi. Oturup konuştular, sonunda karar verdiler.  Palas pandıras mahalledeki  kimsesiz dul orta yaşta bir adamla kızı evlendirip köydeki ninelerinin yanına yolladılar.

***

Küçük kızı yaşlı ninesiyle bırakıp  giden  adam,  aradan geçen bunca zaman içinde arayıp sormamış, şimdi karşılarına oturmuş kızını almaya geldiğini söylüyordu.  Neye uğradıklarını şaşırdılar Bahar ve kocası. Ne yapmalıydılar..?  Elif'in üvey babasıydı bu adam ama nüfusta öz babası görünüyordu. Kanunen kızı almaya hakkı vardı.

Aylar olmuştu Elif'i elinden tutup eve getireli. Konuşmuyor da olsa artık neşesi yerine gelmiş sessiz cıvıltılarıyla evi şenlendirmişti.  Hala psikolojik destek alıyordu ve hergün daha da iyiye gittiği müjdesini veriyordu psikologu.  Bahar'ın desteğiyle okuluna da devam etmeye başlamıştı...  Anne babası olmayan, teyzesinin de istemediği  kimsesiz  küçüğün ailesi oluvermişlerdi bir anda.  Şimdiyse bir adam gelmiş kızımı verin diyordu.

İki saattir karşılıklı oturmuş adamı iknaya çalışıyordu karı koca.  Kirden rengi kaybolmuş ceketinin eteği sökük, pantolonunun paçası yırtık gariban görünüşüne bakılırsa kendine bile bakacak hali  yoktu.   "Nasıl bakacaksınız peki kızınıza, neyle geçiniyorsunuz ?" diye sorduklarında, "o benim bileceğim iş, aç mezarı yok ya" diyordu adam sigara içmekten sararmış bıyıklarının arasından pis pis sırıtarak ve ağzında seyrelmiş  uzamış üç beş çirkin sarı dişini göstererek.  "Kızımı verin şikayet ederim sizi" diyordu da başka birşey demiyordu.  Yapabilecekleri birşey yoktu karı-kocanın.  Vermek zorundaydılar çocuğu bu adama ama yoksul olması değil de,  karı-kocayı tedirgin eden başka birşey vardı adamın kan çanağı sinsi bakan gözlerinde.

2 yorum:

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Neler yazmış, neler yapmışsın Çınarcım.
Hangisine yorum yapacağım bilemedim:))
Neyseki tekrarlaya tekrarlaya unuttuğum bölümlerinide yeniden okuyup bir nefes mutluluk öyküsünü bitirdim, bitirmesine de daha bitmedi ama dimi?
İnşallah bu bir öyküdür, yok değil diyorsan çok acı.
Devamını bekliyoruz canım, öpüldünüz:))

Mehmet Osman Çağlar dedi ki...

Gerçek bir öyküden esinlenildiyse ki
öyle gözüküyor, hüzünün ve dramın
devamını akıcı kaleminizden bekliyoruz..sonunun iyi bitmesini
dileyerekten.

Sevgilerimle..