5 Mart 2011 Cumartesi

SIZI

Sisli bir camın ardından bakar gibi geçmişten bir manzaraya takıldı buğulu gözleri. 

Buğday  tarlasının arasına daldı küçük kız. Renkli minik toplardan oluşan tokasını sıyırdı saçlarından. Kafasını iki yana sallayarak, simsiyah uzun dalgalı saçlarını dağıttı.   Gözlerini kapattı,  kollarını iki yana kocaman açtı.  Kulaklarında, buğday yüklü başakların rüzgarla uyumlu dansının uğultusu,  yamaçtan aşağıya koşmaya başladı. Çırpı gibi incecik bacakları çizik içinde kalmıştı,  aldırmadı.  Yüzünü yalayan,  saçlarını okşayan rüzgara bıraktı kendini.  Bir buğday başağıydı şimdi O. 


Tarlanın bitimindeki geniş yeşil düzlükte açtı gözlerini.  Büyük ceviz ağacının gölgesinde oturuyordu Anne ve Babası.  Ağlıyordu annesi.  Son zamanlarda sıkça rastladığı gibi.  " Allah'ım ne günah işledim ben"  diyordu yine.  Daha önce de duyduğu gibi.   Ama o da ne ..?   Babasını hiç ağlarken görmemişti.  O hep sert, O hep çok güçlüydü...  O'nun da gözleri yaşlıydı.  


Tam yanlarına yaklaşacakken,  vazgeçti.  Korkmuş ürkmüş müydü, yoksa utanmış mıydı Anne Babasını böyle görmekten..?  Kollarını iki yana açtı kocaman, gözlerini kapattı.  Rüzgarda sağa sola sallanan buğday başakları gibi sallana sallana bu kez yokuş yukarı ve yüreğinde kocaman bir sızıyla koşmaya başladı. 


Neden sakat demişlerdi minik kardeşine .. ?  Geri zekalı ne demekti.. ?  Neden ağlıyordu Anne Babası..?


 Anlayacaktı...  Yavaş yavaş...  Yaşadıkça ...  Acıyla

 Göz pınarlarında, birazdan başlayacak sağnağın habercisi  yağmur bulutları gibi biriken yaşları sildi elinin tersiyle.  


Yüreğinde;  küçücük bir kızken,  kendini en mutlu hissettiği o anda duyduğu ve yaşamı boyunca,  zaman zaman nükseden aynı sızı vardı...

1 yorum:

sufi dedi ki...

Küçük kız ve minik kardeşinin hikayesi devam edecek sanırım.sevgilerimle.